Sayfalar

26 Kasım 2017 Pazar

Çaba




Bazı anlarda gelen… Şimdi şu an.


Bunun yapılması gerekli. Geç kalmamak lazım.


Yoksa zamanım kayıp giderken avuçlarımdan yaşamımda deneyimlemekten en çok korktuğum şeyi,pişmanlığı,hiç var etmemek hiç hissetmemek adına...

Akışın içinde savrulurken anlayamıyorum ne yaptığımı. Nasıl davrandığımı,ne konuştuğumu. Bir standartta devam ederken günler,bir yandan kendimi korumak istiyorum. Yaşayan ölü olmak istemiyorum.


Her gün sol alt köşeden hangi gün olduğuna bakıyorum,saate bakıyorum. Zaman hep akıyor. Kaliteli harcamak ya da boşu boşuna tüketmek herkesin kendi sorumluluğunda olan bir şey.  Ben her sabah uyandığımda 2015 yılında bir Salı gününde bana verilen o kağıttaki yazıyı okuyorum. Yenilgiyi  hisseder gibi olduğum her anda bunu hatırlıyorum:


''Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar,her gün aynı yoldan yürüyenler,yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler,giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler,tanımadıklarıyla konuşmayanlar. Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler. Bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar. Hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler. 
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar,okumayanlar,müzik dinlemeyenler,gönlünde incelik barındırmayanlar.
Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler. Kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler,ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar,daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler,bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar,bildikleri şeyler hakkında soruları yanıtlamayanlar. ''





Ardından toparlanıyorum. Tavsiye de ediyorum;çünkü içinde bulunduğun kültürün ve o kültürün şekillendirdiği yaşam biçiminin tam ortasında kendini bir şekilde kendin gibi ifade etmek zorundasın. Ya bu alışılmış  ve öğretilmiş davranış biçimlerinin içinde hapsolursun ya da risk alıp uçarsın. İstediğin yere konabilir misin bilemem. Sen de  bilemeyebilirsin. İşte tam da bu anda yaptıklarından insanın kendisinin sorumlu olması yani iyi-kötü,doğru-yanlış ayrımları bana kalırsa mükemmel bir özgürlük. Hesabını kimseye vermek zorunda değilsin. Takdir edilmeyi pek de önemseme. Bugün yanındayız diyenler aslında içinden ‘’keşke ben de…’’ diyebilirler. Bu yüzden yarın sana ‘’keşke yapmasaydın…’’ diyebilirler.



Özetle,kime ne?



Otur ve Pablo Neruda’nın söylediklerini düşün. 


Pasif agresif insanların bu kadar fazla olmasının sebebi de bahsettiğim durum ile ilgili aslında. Mutsuz olup da bunu değiştirmek için bir gram bir şey yapmayanlar. Bu insanların düşüncelerini değiştiremeyeceğin gibi seni de etkisi altına alabilir. Üstelik ağızlarından ‘bizden geçti’ lafı çıktıysa direkt olarak kaçabilirsin. Mutsuzlukları sebebiyle seni de magmaya kadar çekmek  isteyebilir ve hatta bundan haz duyabilirler. 



Bir ordu dolusu her şeyden şikayet eden insanlar ile birlikte yaşamak ne kadar rasyonel bilemiyorum. Geleneksel ve sabit düşünceli insanların seni etkisinde altında almalarına izin verme. Siz hepiniz ben tek bir ortamda olsan bile bu soğuk direnişin meyvesini verecektir.


Ben ise tüm bunlara karşı kendi direnişimi,mücadelemi veriyorum. Çünkü insanı toparlayabilen yine kendisi. Güç aldığımız farklı kaynaklar olsa da kararları yine tek başımıza verebiliyoruz. 
 

Verilenle yetinmeyerek,daha farklısını istemek…


Elimizde olanları tamam olarak değil de devam için birer basamak olarak nitelendirmek…


Rahat ama kontrollü. Sakin ama tempolu.


Bu süreçte hayat da kendine ait kurallarını,davranışlarını,şakalarını,sürprizlerini elbette sergiliyor. ‘Seni yenicem İstanbul’ mottosuyla değil de sen de kendi şakalarını,sürprizlerini,canının ne istediğini bu süreçte ona harmanlayabilirsen başarılı sonuçlar elde edebilirsin.



Tüm bunları yaptırabilecek tek bir duygu…


İnsanları diğer canlılardan ayıran en yüce duygu:



Umut.



Ha gayret!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder