‘’Bir kimsenin veya ailenin içinde yaşadığı yer, konut,
hane.’’
Az önce baktım. Evin tanımı.
Bu kadar mı?
Betondan oluşan herhangi bir yapıyı ne zaman ev olarak
benimseriz? Son derece özetle,nefes alma ve zaruri ihtiyaçların
karşılanmasından ibaret olan yaşama işini kapalı bir yerde sürdürünce mi oluyordu
ev? Ya da içinde eşyaları olması,akşamları aydınlatılabilmesi ve çeşmelerinden
su akması yeterli miydi ev diyebilmemiz için?
Şimdi canlandır aklında.
Bir sokağa giriyorsun. Balkonda daha öncesinde pek de sık
rastlamadığın insanlar sana bakıyor. Her şey çok acele. Bir dakika 60 saniyeden
daha az. Acele düşünmen ve hemen karar
vermen lazım. Hızlıca merdivenleri çıkıyorsun,kapıda bir başkasından kalma
paspas. Pencereler kapalı ve içerisi havasız. Güneşin rengini bozduğu dolaplar...Hava
sıcak ve bir koşuşturma. Tek sahip olduğun şeyler olarak fark ettiğin kitaplar.Hepsi
birbirine bağlı. Özenle taşıyorsun. Yalnızsın. Tanımadığın bu beton yığınında dolaşıyorsun.
Akşam oluyor. Perde yok. Kolilerle dolu bir odada tek başına bir koltukta
oturmuş açık olan televizyonun ışığında etrafa bakıyorsun. Günler geçiyor,güneş
doğuyor ve batıyor. Zeus ve Demeter’in kızı Persephone bir yukarı çıkıyor bir
aşağı iniyor. Ve mevsimler değişmeye başlıyor. Aylar geçtikçe ve evde hareket
oldukça sen, yine o koltukta tek başına buluyorsun kendini. Oysa musluklardan
sular akıyordu.Özenle takılan avizeler de ışıldıyordu. Ama burası sahiden senin
evin miydi? Öyle hissediyor muydun?
Yeterli değildi.
Hangi kapının kapanırken daha çok ses çıkardığını bilsen de
yetmiyordu. İçinde kaç kişinin yaşadığı da önemli değildi. Betonun gerçekten ev
olabilmesi için sana ne hissettirdiği önemliydi. Dışarıdayken ona koşman
önemliydi. Ya da karanlık çöktüğünde ona
doğru yürürken kendini güvende hissetmen önemliydi. Sokaklarını
tanıman,bilmen,sahiplenmen önemliydi.
Bir yere ait hissetmen lazımdı. Kim olduğunu hatırlaman,neye ait olabileceğin ya da nelerin sana ait olabileceğini netleştirmen
gerekirdi.
Yağmur çok yağdığı zaman tüm hayvanların kaçtığını ve bir
yerlere saklandığını görürdün. Senin saklandığın yer de gerçekten evin miydi?
10 metre öteden bırakılan koca bir top göğsünü delik deşik etmişken kendini orada
tam olarak tanımlayabilmen gerçek miydi? Orada sessizlikte durabilir miydin?
Evde hiç ses yokken gözlerini kapatabilir miydin?
Ev böyle bir şey değildi. Peki yuva? Hiç değil.
Bazı zamanlarda sol elin saçına gidiyordu. Dolamaya başlıyordun
hızlıca parmağına. Sanki yarınlar hep Pazartesi de Pazar akşamının iç bayıcı
kokusu var sürekli. Durduğun yerde duramamak,nefes alıp vermek;ama hızlıca.
Nabzın bence hep doksandı. Dolanıyordun ve saçlarınla da dolanıyordun.
Voltalar atılıyor. Halı desenleri inceleniyor. Ben
düşünüyorum;hangi motifti o eli belinde?
Her neyse.
İki büyük kutuyu getirip koyuyorum önüne. Biri metal biri
ahşap.
Onlar asla alelade bir kutu değil. Dev boyutta bir kaosa
dönüşmüş gibi dursa da aslında çözüldüğünü artık hepimizin bildiği düğümler...
Gerginliğimi bazen belli ediyorum biliyorum.
Düğümün düğümlükten çıktığını,iplerin açıldığını itiraf
etmemiz lazımdı. Salonun ortasındaki bu kaos benzeri şeyleri kendi içimizde de
nihayete erdirmek lazımdı.
Sonuçta her şey ruhumuza işliyordu değil mi? Hiçbir şey
aslında gitmiyordu bizden. Bundan 20 sene öncesi de ruhumuzda dolanıyordu.
Damarda akan kan gibi ılık ılık ilerliyordu ve devinimini tamamlıyordu her gün.
Dokunursan hissedersin. Ama dokunmamak da sonuçta tercihimizdi.
Yıllar önce daha ev gibi gelen başka bir kapalı kutunun
içinde ben de oturmuştum. Çok eskidendi ve masanın rengi de kahverengi idi. 8 sandalyeli. Genelde vitrine bakan kısma
otururdum. Masanın üzerinde taşlı büyük bir avize. Ilımaya yüz tutan
çorbalar,karmaşa,kaos. Ev olabilmesi için her şey tastamamdı. Vitrinlerin
içinde resimler bile vardı. Bardakların içinde de toz.
Şimdi anlıyorum ve anladıkça da aslında seninle beraber nabzım
düşüyor. Ev olabilmesi için ayrıca farklı olan her yerine ruhlarını işlemem
lazımdı. Anı biriktirmemiz,çatlak boyalı duvarları kabullenmemiz…Tek başınayken
bile aslında her odada olmak lazımdı.
Kendi evlerimizin balkonlarına gönül rahatlığıyla çıkabiliriz
artık. Balkonların tavanı aksa da demirlerini boyamak için fırça almayı akıl
edebilmiştik.
Artık hangi beton yığınının nasıl şekilde bir ev
olabileceğini öğrenmiştik.
Hangi anahtarları taşıyacağımızı öğrenmiştik.
***
‘’Dolandım dolaştım boşandı
yağmur
Saçım ıslak kunduram çamur
Eve döndüm yağmur getirdim
Ev yeşerdi ben yeşerdim.’’