Sayfalar

16 Şubat 2022 Çarşamba

Oda

 

‘’Bir kimsenin veya ailenin içinde yaşadığı yer, konut, hane.’’

Az önce baktım. Evin tanımı.

Bu kadar mı?

Betondan oluşan herhangi bir yapıyı ne zaman ev olarak benimseriz? Son derece özetle,nefes alma ve zaruri ihtiyaçların karşılanmasından ibaret olan yaşama işini kapalı bir yerde sürdürünce mi oluyordu ev? Ya da içinde eşyaları olması,akşamları aydınlatılabilmesi ve çeşmelerinden su akması yeterli miydi ev diyebilmemiz için?

Şimdi canlandır aklında.

Bir sokağa giriyorsun. Balkonda daha öncesinde pek de sık rastlamadığın insanlar sana bakıyor. Her şey çok acele. Bir dakika 60 saniyeden daha az.  Acele düşünmen ve hemen karar vermen lazım. Hızlıca merdivenleri çıkıyorsun,kapıda bir başkasından kalma paspas. Pencereler kapalı ve içerisi havasız. Güneşin rengini bozduğu dolaplar...Hava sıcak ve bir koşuşturma. Tek sahip olduğun şeyler olarak fark ettiğin kitaplar.Hepsi birbirine bağlı. Özenle taşıyorsun. Yalnızsın. Tanımadığın bu beton yığınında dolaşıyorsun. Akşam oluyor. Perde yok. Kolilerle dolu bir odada tek başına bir koltukta oturmuş açık olan televizyonun ışığında etrafa bakıyorsun. Günler geçiyor,güneş doğuyor ve batıyor. Zeus ve Demeter’in kızı Persephone bir yukarı çıkıyor bir aşağı iniyor. Ve mevsimler değişmeye başlıyor. Aylar geçtikçe ve evde hareket oldukça sen, yine o koltukta tek başına buluyorsun kendini. Oysa musluklardan sular akıyordu.Özenle takılan avizeler de ışıldıyordu. Ama burası sahiden senin evin miydi? Öyle hissediyor muydun?

Yeterli değildi.

Hangi kapının kapanırken daha çok ses çıkardığını bilsen de yetmiyordu. İçinde kaç kişinin yaşadığı da önemli değildi. Betonun gerçekten ev olabilmesi için sana ne hissettirdiği önemliydi. Dışarıdayken ona koşman önemliydi. Ya da karanlık çöktüğünde ona doğru yürürken kendini güvende hissetmen önemliydi. Sokaklarını tanıman,bilmen,sahiplenmen önemliydi.

Bir yere ait hissetmen lazımdı. Kim olduğunu hatırlaman,neye ait olabileceğin ya da nelerin sana ait olabileceğini netleştirmen gerekirdi.

Yağmur çok yağdığı zaman tüm hayvanların kaçtığını ve bir yerlere saklandığını görürdün. Senin saklandığın yer de gerçekten evin miydi? 10 metre öteden bırakılan koca bir top göğsünü delik deşik etmişken kendini orada tam olarak tanımlayabilmen gerçek miydi? Orada sessizlikte durabilir miydin?

Evde hiç ses yokken gözlerini kapatabilir miydin?

Ev böyle bir şey değildi. Peki yuva? Hiç değil.

Bazı zamanlarda sol elin saçına gidiyordu. Dolamaya başlıyordun hızlıca parmağına. Sanki yarınlar hep Pazartesi de Pazar akşamının iç bayıcı kokusu var sürekli. Durduğun yerde duramamak,nefes alıp vermek;ama hızlıca. Nabzın bence hep doksandı. Dolanıyordun ve saçlarınla da dolanıyordun.

Voltalar atılıyor. Halı desenleri inceleniyor. Ben düşünüyorum;hangi motifti o eli belinde?

Her neyse.

İki büyük kutuyu getirip koyuyorum önüne. Biri metal biri ahşap.

Onlar asla alelade bir kutu değil. Dev boyutta bir kaosa dönüşmüş gibi dursa da aslında çözüldüğünü artık hepimizin bildiği düğümler... Gerginliğimi bazen belli ediyorum biliyorum.  

Düğümün düğümlükten çıktığını,iplerin açıldığını itiraf etmemiz lazımdı. Salonun ortasındaki bu kaos benzeri şeyleri kendi içimizde de nihayete erdirmek lazımdı.

Sonuçta her şey ruhumuza işliyordu değil mi? Hiçbir şey aslında gitmiyordu bizden. Bundan 20 sene öncesi de ruhumuzda dolanıyordu. Damarda akan kan gibi ılık ılık ilerliyordu ve devinimini tamamlıyordu her gün. Dokunursan hissedersin. Ama dokunmamak da sonuçta tercihimizdi.

Yıllar önce daha ev gibi gelen başka bir kapalı kutunun içinde ben de oturmuştum. Çok eskidendi ve masanın rengi de kahverengi idi.  8 sandalyeli. Genelde vitrine bakan kısma otururdum. Masanın üzerinde taşlı büyük bir avize. Ilımaya yüz tutan çorbalar,karmaşa,kaos. Ev olabilmesi için her şey tastamamdı. Vitrinlerin içinde resimler bile vardı. Bardakların içinde de toz.

Şimdi anlıyorum ve anladıkça da aslında seninle beraber nabzım düşüyor. Ev olabilmesi için ayrıca farklı olan her yerine ruhlarını işlemem lazımdı. Anı biriktirmemiz,çatlak boyalı duvarları kabullenmemiz…Tek başınayken bile aslında her odada olmak lazımdı.

Kendi evlerimizin balkonlarına gönül rahatlığıyla çıkabiliriz artık. Balkonların tavanı aksa da demirlerini boyamak için fırça almayı akıl edebilmiştik.

Artık hangi beton yığınının nasıl şekilde bir ev olabileceğini öğrenmiştik.

Hangi anahtarları taşıyacağımızı öğrenmiştik.

***

‘’Dolandım dolaştım boşandı yağmur
Saçım ıslak kunduram çamur
Eve döndüm yağmur getirdim
Ev yeşerdi ben yeşerdim.’’