Yine kolumu kaybettiğimi sanarak uyandım.
Hava henüz tam aydınlanmamış.
Doğruldum,pencereye yöneldim. Dün geceki yağmurdan sonra ortalığa huzur veren
toprak kokusu yayılmış.Ama pek haz alamıyorum kolum uyuşmuş,komik bir şekilde
canım acıyor.
fiziksel acının bu gibi anlarda komikliği
söz konusuyken; geçenlerde tanıştığım bir grup insanın hem manevi acıyı hem de
fiziksel acıyı komikleştirebilmesine umutlu baktığımı fark ettim. Yani hayatlarındaki
iniş çıkışları kabullenip onlarla alay edebilme aşamasına gelmişlerden
bahsediyorum.
Bunu yapabilenlerin sayısı tahmin edemeyeceğimiz
kadar fazla aslında. Harcandığını,unutulduğunu
düşünenler , hiçbir zaman fark edilememekten yakınanlar, sevildiğini sananlar,
sevdiğini sananlar , devamlı aynı hataya düşenler , aldatanlar, aldatılanlar , kendini
çirkin bulanlar , yalnızlıktan şikayetçi olanlar, bir şeyleri kanıtlama çabasındakiler
, yalan söylemekten hoşlananlar , hava kararmadan evde olması gerekenler, parası
olmadığı için kirasını ödeyemeyenler, hoşlandığı kız için gitar kursuna
gidenler , balkonundaki çiçeği çocuklarından daha çok sevenler, her gün gideceğim
buralardan diyenler, gitmekten korkanlar
...
Hepsinin kendisiyle alay ettiği bir nokta
var. Bunu yaptıkları için olumsuzluklara karşı doğal direnç sağlayabiliyorlar.
Çünkü onlar da 'mutlu olma' kavramının çok iddialı olduğunun farkındalar. bunun
yerine 'memnun olma' kavramını koyuyorlar.
Memnuniyet daha ılımlı. O kelime daha güven veriyor ki bazılarının aklına elinde tesbihi olan yaşlı
bir teyze görüntüsü bile geldiği söyleniyor.
Onlar bu işe öncelikle beklentilerini küçük
tutmakla başladılar. Mantık basitti. Düşündüler ve dediler ki ; değer verdiklerimize,kendi
gözümüzden bile sakındıklarımıza o kadar çok anlam yüklemişiz ki onların da
bizi üzebileceğine,kırabileceğine dair aklımızda hiç açık kapı bırakmamışız,yapmaz
dediklerimiz yapar oldukça biz de üzülür olmuşuz.
Bir de hayatlarına
yeni yeni aldıkları insanlara içlerinden inciler dökmeye başladıkları anda onların
da sıradanlaşmış can yakan oluşumlar kategorisinde olduklarını görmeleri de
üzen etkenlerden biriymiş. Sonunda da işte bir karar vermişler, beklentilerini azlığa
ve hatta yapılabilirse hiçliğe sürmüşler.
Asıl zorlananlar her şeyi içinde
yaşayanlar olmuş. Sorumluluklarından dolayı o koyvermişliğin tadını alamayanlar
yıpranmış. Duyguyu,aşkı,acıyı,ayrılığı,sevimsizliği, samimiyetsizliği, yalnızlığı,coşkuyu,sevgiyi,utangaçlığı,heyecanı
ve diğer tüm soyutluğu gözler önünde yaşamaktan daha çok kendi içinde yaşamayı
tercih edenler biraz daha geç kalmış o kavrama erişmek için.
Az biraz kendinde güç ve cesaret bulanlar
ise en çabuk yakalayanlardan olmuşlar. Hiç korkmadan ve tabi biraz risk alarak ,ki hayat da bunu
gerektirir sanırım, alıp bir çanta çıkmışlar yollara. Bize dayatılan ve farkında olmadan öğretilen o acımasız ve
adaletten yoksun ‘modern çağın’ (köleliğin) saçma sapan normlarını yok sayıp
gitmişler. Kendileriyle alay ede ede,barışık bir şekilde,korkmadan emin
adımlarla ilerlemişler. Başarıp başarmadıkları konusuna gelince.. onu
bilemeyiz;çünkü hepsi özünde bir aynılık içerse de insanların başarı ve
memnuniyet tanımlarında farklılık vardı.
Öyle veya böyle su akıyordu,herkes yolunu
iyi kötü buluyordu. Buna da düzen deniyordu.
Ve ben yeni bir günün sabahında düşünürken,o uyuşan kolumla bunları doğal bir refleksle buraya aktardığımı
fark ediyordum.
''söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım.
git dersen giderim,kal dersen kalırım.''