Sayfalar

20 Haziran 2014 Cuma

Nar

Yine kolumu kaybettiğimi sanarak uyandım.

Hava henüz tam aydınlanmamış. Doğruldum,pencereye yöneldim. Dün geceki yağmurdan sonra ortalığa huzur veren toprak kokusu yayılmış.Ama pek haz alamıyorum kolum uyuşmuş,komik bir şekilde canım acıyor.

fiziksel acının bu gibi anlarda komikliği söz konusuyken; geçenlerde tanıştığım bir grup insanın hem manevi acıyı hem de fiziksel acıyı komikleştirebilmesine umutlu baktığımı fark ettim. Yani hayatlarındaki iniş çıkışları kabullenip onlarla alay edebilme aşamasına gelmişlerden bahsediyorum.


Bunu yapabilenlerin sayısı tahmin edemeyeceğimiz kadar fazla aslında.  Harcandığını,unutulduğunu düşünenler , hiçbir zaman fark edilememekten yakınanlar, sevildiğini sananlar, sevdiğini sananlar , devamlı aynı hataya düşenler , aldatanlar, aldatılanlar , kendini çirkin bulanlar , yalnızlıktan şikayetçi olanlar, bir şeyleri kanıtlama çabasındakiler , yalan söylemekten hoşlananlar , hava kararmadan evde olması gerekenler, parası olmadığı için kirasını ödeyemeyenler, hoşlandığı kız için gitar kursuna gidenler , balkonundaki çiçeği çocuklarından daha çok sevenler, her gün gideceğim buralardan diyenler, gitmekten korkanlar  ...  

   
Hepsinin kendisiyle alay ettiği bir nokta var. Bunu yaptıkları için olumsuzluklara karşı doğal direnç sağlayabiliyorlar. Çünkü onlar da 'mutlu olma' kavramının çok iddialı olduğunun farkındalar. bunun yerine 'memnun olma' kavramını koyuyorlar.  Memnuniyet daha ılımlı. O kelime daha güven veriyor ki  bazılarının aklına elinde tesbihi olan yaşlı bir teyze görüntüsü bile geldiği söyleniyor.


Onlar bu işe öncelikle beklentilerini küçük tutmakla başladılar. Mantık basitti. Düşündüler ve dediler ki ; değer verdiklerimize,kendi gözümüzden bile sakındıklarımıza o kadar çok anlam yüklemişiz ki onların da bizi üzebileceğine,kırabileceğine dair aklımızda hiç açık kapı bırakmamışız,yapmaz dediklerimiz yapar oldukça biz de üzülür olmuşuz.
Bir de hayatlarına yeni yeni aldıkları insanlara içlerinden inciler dökmeye başladıkları anda onların da sıradanlaşmış can yakan oluşumlar kategorisinde olduklarını görmeleri de üzen etkenlerden biriymiş. Sonunda da işte bir karar vermişler, beklentilerini azlığa ve hatta yapılabilirse hiçliğe sürmüşler.


Asıl zorlananlar her şeyi içinde yaşayanlar olmuş. Sorumluluklarından dolayı o koyvermişliğin tadını alamayanlar yıpranmış. Duyguyu,aşkı,acıyı,ayrılığı,sevimsizliği, samimiyetsizliği, yalnızlığı,coşkuyu,sevgiyi,utangaçlığı,heyecanı ve diğer tüm soyutluğu gözler önünde yaşamaktan daha çok kendi içinde yaşamayı tercih edenler biraz daha geç kalmış o kavrama erişmek için.


Az biraz kendinde güç ve cesaret bulanlar ise en çabuk yakalayanlardan olmuşlar. Hiç korkmadan ve tabi  biraz risk alarak ,ki hayat da bunu gerektirir sanırım, alıp bir çanta çıkmışlar yollara. Bize dayatılan ve  farkında olmadan öğretilen o acımasız ve adaletten yoksun ‘modern çağın’ (köleliğin) saçma sapan normlarını yok sayıp gitmişler. Kendileriyle alay ede ede,barışık bir şekilde,korkmadan emin adımlarla ilerlemişler. Başarıp başarmadıkları konusuna gelince.. onu bilemeyiz;çünkü hepsi özünde bir aynılık içerse de insanların başarı ve memnuniyet tanımlarında farklılık vardı.


Öyle veya böyle su akıyordu,herkes yolunu iyi kötü buluyordu. Buna da düzen deniyordu.



Ve ben yeni bir günün sabahında düşünürken,o uyuşan kolumla bunları doğal bir refleksle buraya aktardığımı fark ediyordum.






''söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım.
 git dersen giderim,kal dersen kalırım.''









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder