Sayfalar

26 Ekim 2015 Pazartesi

Homo Sapiens Sapiens


Dışarısı soğuk, içerisi sıcak bir otobüsteyim ve camlar buharlı.



Russel'ın bir kitabında insanın doğal düzeninin düzensizlik olduğunu; makinelerin ve onların getirdiği mecburi bir düzenliliği aslında reddetmek istediğimizi okumuştum. Yani şu sıralar kendi çapımda bir anarşi halinde olduğumu düşünüyorum.  Doğal düzenim olan düzensizliği ve rahatlığı seçiyorum. Boşvermişlik seviyimi maksimum yaparak eskiden üzerinde çokça düşündüğüm bahisleri hiç varolmamış gibi sayıyorum.  Adının Amerikan stüdyo tipi olan  1+1 dairemde ironik bir şekilde kapitalist düzene karşı çıkıyorum.


Dolabı açıp 1 haftalık tavuğa bakıyorum ve hayvansal ürünlerden kendimi soğutmaya çalışıyorum,sonra evden dışarı çıkıyorum ve apartmana kim girmiş kim çıkmış onların çetelesini tutan yöneticiyle karşılaşıyorum.Ona kendi monarşisini tanımadığımı, apartmanın onun ama evin benim özel alanım olduğunu anlatan bir bakış fırlattığımı düşünüp , temiz havaya ulaşmaya çalışıyorum.

Başımda bir acı hissediyorum;çünkü otobüste uykuya daldığımı fark ediyorum. 2.5 saatlik film tadındaki rüyalarımı düşünüyorum. Yanımda oturan teyzeye bakıyorum. En sevdiğim oyuna başlıyorum : insanlara bakarak nasıl hayatları olduğunu,ne yaptıklarını,nereye gittiklerini tahmin etmece.


Gözlem ,amaca ulaşmadaki aracım.


           ''paragrafın akışını bozan cümleyi bulunuz.''


Teyze yorgun,muhtemelen 3 tane erkek çocuğu var  ve hepsi evli. Muhtemelen gelinleri onu istemiyor ;o da evlat-torun özlemiyle kendini oyalamaya çalışıyor , diyor ve kendime gülüyorum. 


Al sana Türk işi ön yargı. 




 

Geçen zamanla insanların birbirine benzediğini artık hepimiz biliyoruz. Moda adı altında aynı tip giyinmek,10 aynı kelimeyi kullanarak 1000 farklı duyguyu anlatmak , ben ve öteki olgusuyla kendini en özel kişi ilan edip etraftakileri küçümsemek ... 
Durup bu satırlarımda kötü olan çok şeyden bahsedebilirim;fakat bunları yapmak yerine az önce yaptığım klasik ön yargı , ülkemdeki çoğu insanın aynı hayatı ve aynı duyguları yaşadığını düşünme durumundan kurtulmayı ve geniş bir açıyla görebilmeyi hedefliyorum.

 


Dışarıda hala yağmur yağıyor ve otobüs yolda değil de artık havasız insan aracı olma yolunda ilerliyor. dışarıyı görmek için montumun koluyla camı siliyorum. Trafik fazla. Kulaklığı takıp hülyalara dalmak yerine yazmayı tercih ediyorum.

 Defterin arkasındaki takvime gözüm çarpıyor.

Kasım ayına yaklaşıyoruz ve gençliğimin baharından 1 sene daha eksiliyor. Fiziki büyümenin ve akli büyümenin her geçen gün daha net gözlemlendiği zamanları deviriyoruz acımasızca.
Yaşadığımız yerde insan hayatının pek de önemi olmadığını bile bile 20li yaşlarda hayatın anlamını çözmeye , bebeklerin dahil patır patır rant ve çıkarlar uğruna hiçe sayıldığı bir dünyada umutlu olmaya çalışıyoruz. Böyle anlarda duygusallık yapılamıyor bence. Günlüğe, sevgili günlük bugün Berkcan bana selam dedi yazamıyorsunuz. Ya melankoliye bağlıyorsunuz ya yakarım bu gezegeni tüm kötüler ölsüncü oluyorsunuz ya da oturup mantıkla bir şeyleri düzeltme adına en tehlikeli 2 aracı, kalemi ve aklı , kullanmaya karar veriyorsunuz. 



Sonunda o an geliyor,sarı direkteki dur yazılı kırmızı düğmeye basıyorum. İniyorum durakta ve şemsiyemi açıyorum. Yeşil sırt çantamın püsküllerini vura vura sert adımlarla kaldırımda yürümeye başlıyorum. 




Hani bir laflar silsilesi vardır :



-Olanla ölmüşe çare yok.



-Hayat devam ediyor.



-Ölenle ölünmüyor.



 

Kendimizi kötü şeylerden uzak tutmaya çalışarak felaketlerin içinde yaşamaya çalışıyoruz.Bundandır ,denize bakarken içindeki insanları unutup ne kadar güzel olduğunu düşünmemiz.


Ben ise şu an manavdan yarım kilo mandalina alırken yanındaki balıkçının önünde cılız bir sokak kedisinin balıklara bakışını izliyorum. Kediyi eve kadar çağırıyorum,hemen bir kaba süt ve ekmek doldurarak çıkıyorum. Onu doyurmak sanırsınız ki tüm hayvanları doyurmak kadar tatmin ve mutlu edici. 



İşte belki bundan hala insanız.