Sayfalar

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Leylak



Bol nemli bir Ege günü



Sol elimin işaret parmağı alnımda,baş parmağım şakağımda. Başımı da sola çevirmişim,yutkundum. Boğazımın kuruduğunu fark ettim. Su içmek için kalkmak bile çok yorucu .


Sağ elimde de karnıma yasladığım o şiir kitabı.. Satırların arasında akışı bozan iki dize gördüm. Tekrar okudum. Üsttekini okuyup tekrar onları okudum. Hızlıca aşağıdakileri okuyup tekrar onu okudum. Dakikalarca sayfa 13 teki o iki dizeye baktım. 


Perdem açık,hava en pis renginde. Yaz günlerine hala alışamadım. Burada Mayıs bahara değil ; yaza giriyor ve zaman ne çabuk geçiyor.


Zaman kelimesi aklıma o bir zamanlar her evde olan saatli maarif takvimini getirir nedense. Yaprak yaprak her gün koparılır,arkasındaki günün yemeği ve o gün doğan çocuklara konulması mümkün isimler okunur. Yapraklar mutfak camının önünde biriktirilir; yani buruşturulup atılmaz. 

Çocukluğum ve banyo taburesi... Çocukluğum ve beyaz sabun köpüğü...



Yaşamdaki bazı şeyler o depremde sallanmasını izlediğim dolabın üstündeki vazo gibi. Birkaç saniye sallandıktan sonra yere düşüp parça parça oldu. Sarsıntı bitince biri gelip parçaları topladı ve çöpe attı. Sonra kimse o vazoyu düşünmedi. İçindeki mor renkli yapay çiçek ne de güzel görünüyordu demedi. O da çöpe atıldı. Yıllarca o dolabın üstünde saltanatını koruyan vazo,  bir sarsıntıda veda etti bizim 2 oda 1 salon evimize.


En çok ben üzüldüm sanırım. Vazoyla ilgili bir duygusal bağım da yoktu o zamanlar 7-8 yaşlarımda olmalıydım. Fakat o mavili beyazlı vazo kendimi bildim bileli orada duruyordu ve şimdi yoktu. Pek de gösterişli olmayan bir kırılışla gitmişti bizden.  


Ertesi gün  fırının yanından geçerken kırtasiyenin rafında görüp rengini çok beğendiğim bir zarf aldım. Şimdi o zarf , leylak rengi  zarf, benim defterimin arasındadır . İçinde ilkokulumun bahçesindeki sümbül ağacından koparıp koyduğum birkaç sümbül dalı var. Senelerce kuruttum. Nereye gittiysem yanımda götürdüm. Onu açtığımda anılarım kokar,kahkahalarımın yansımalarını duyarım. Kırılan vazoyu anımsatır ve bir ses fısıldar:


''Beni koru''


Bir yazıya böyle başlanır mı bilmiyorum. Belki de yazıyı bitirdim,farkında değilim.


Yazıları her zaman kalıplarla yazmak mı doğrudur? Tahta sıralarda öğretilen o giriş,gelişme,sonuç üçlüsüne uygun olacağız diye yaşamımızda da kalıplara sığmaya çalıştık. Yakamadık gemilerimizi istediklerimiz için ve bir anda çıkamadık derin denizden.


Buraya dönersek , giriş-gelişme-sonuç  pek uygun değil  bu damarları genişlemiş paragraflara. Mürekkebi elime bulaşmış kalemle devrik cümleler kurmak,yazıp yazıp hiç silmemek buna münasip ve hatta müsait. 


Onun huzur veren kokusu bulaşmış elinin tersiyle yıkıp geçmek sırf o ağladı diye ; bence bu münasip ve hatta müsait.




Bol nemli bir Ege günü



Hava tamamiyle karardı. Artık rahatım. Grilik gitti. 


Sahi , neden ara renklerden hiç hoşlanmam? Bırakalım lütfen maviyi kırmızıyla karıştırmayalım. 


Sesim biraz incedir. 
Bundandır sanırım söyleyeceklerimi kalın seçmem.
Dengesizlik bir ara renktir.



Şimdi  iç hoplamalarını , korkularını, üzüntülerini, yorgunluklarını bir anda yaşamaya gücün yoksa söyleyeyim : Git o duvardaki saatli maarif takviminden bir yaprak kopar ve sıcak suyu aç. Beyaz sabun köpüğüyle birlikte otur o açık pembe banyo taburesine. Bu seni daha rahat hissettirirse devam et , karşı bahçeden kopardığın çiçekleri içilmiş ve yarım kalmış bir su şişesinin içine koy. Eksikler tamamlansın.




Eksik şeyler bir ara renktir.





Ve birin birle toplanması yine bir yapar . 


Biz olan şeyler de bir ana renktir.