Sayfalar

23 Mayıs 2014 Cuma

Mavi

     Günlerdir balkon masasında duruyor. Bakışıp duruyoruz,en sonunda aldım oturdum. Açıyorum kapağını, 108. sayfadan başlıyorum.


''Neden o kahvenin sonunu hep fincanda unuturum?  
O kahve , fincanın dibini kararttığı için ilişkim bitti . ya da banyo aynasına su sıçrattığım için..ya da çizgili gömleklerle düz renk gömlekleri aynı yere koyduğum için...bilemiyorum hangisi olduğunu.

Mutfağa yöneldim yıkamak için. Kötü bir koku var. Çöp poşeti delinmiş,pis su akmış. Şeffaf poşetten görebiliyorum dün o buruşturup attığım mektubu. Katlanamıyormuş bana daha fazla. Dağınık ve düzensizmişim. Tek yaptığım kahve içip yazı yazmakmış. Yazdıklarım da berbatmış,tutunamazmışım bir yerde. Onu toparlayacak,iyi miktarda para kazanacak,diş macununu ortadan sıkmayacak,ona ait olan eşyaları simetrik bir şekilde sıralayacak, yatağa aynı renk çarşaflar serecek,her salı yoğurtlu makarna yapacak, saçlarını taradıktan sonra tarakta kalan saçları çöpe atacak, bileklikleri saatinin takılı olduğu kola değil de diğer kola takacak, yazı yazarken eline mürekkep bulaştırmayacak, salonda televizyon karşısında uyumayacak,kitapları kalınlık sırasına göre dizecek ve en önemlisi o kahveyi o lanet renkteki  fincanın dibinde unutmayacak bir kadın istiyormuş.

Mektubu bulduğumda saat on ikiyi on geçiyordu. Her zamanki gibi gece geç yatmıştım,onu uyandırmayayım diye de salonda ufak kareli battaniyeyle uyumuştum. Şimdi düşünüyorum da Yeliz bana onun obsesif olduğunu söylediğinde reddetmiştim. Düzenli ve titiz diye cevap vermiştim. İlk kavgamız ise traş bıçaklarını üstteki çekmeceye değil de alttaki çekmeceye koyduğum için olmuştu. Anlam verememiştim,kızmıştım. İkinci kavgamız ise pilav tenceresinin kapağını çorba tenceresinin kapağı olarak kullandığım için oldu.Üzerinde fazla  durmamaya çalışsam da her gün bir yerden patlak veriyordu. Kendimi susmaya zorluyordum,ellerini neden 15 dakikada bir yıkıyorsun diye sormamak için. 

Doktorla konuştum,her şey tamamdı. Tedavi olabilirsin,en iyi doktoru buldum,randevunu aldım dediğimde ise bana asıl hastanın ben olduğumu,mavi tişörtümün üzerindeki pudra lekesini bile fark edemeyecek kadar pis ve dağınık olduğumu söyledi.

Bu şekilde nasıl devam ettik bilmiyorum.Bunca şeye rağmen bizi ortak paydada buluşturan şeyler de vardı sanırım. Mesela ben de suyu pet şişeden değil,cam şişeden içmeyi seviyordum. Her neyse bu hikaye de böyle bitti.''

  Kapattım kapağını.Sıkıldım sanırım biraz.

 Akşam oluyor, Love Stubborn şarkısını açıyorum,dinliyorum. Giyiyorum üstümü. Turgut Uyar'ın şiir kitabını alıp çıkıyorum dışarı. Arkadaşımla oturuyoruz bir deniz kıyısında ona okuyorum :


''ayağımın tozuyla girdiğim mevsim yazdır
yumuşaktır
insana her şeyi yanlış anımsatır
çünkü bellek yanılmaya hazırdır
balkona koyduğumuz turşu
ekşirken ekşirken güneşi parlatır
ve insan batırır sedef kakmalı bir gemiyi
ki sahibi dünya güzeli bir kadındır
oysa denize bir mevsim yeter
sular geçer balıklar geçer 
basık bir akşam üstü bir iskelede
herkes dostuna bir şeyler anlatır''.... 


Susuyorum birden. İleride bir geminin demir attığını hissediyorum. Gülüşüyoruz birlikte. karnımız acıkmış. Gidelim en seyyarından bir kokoreç yiyelim.

Kalktık,caddeye doğru yöneldiğimizde gece tüm karanlığını indirmiş şehre. Burayı  seviyorum. Bu denizin de bir hikayesi var. Bu havanın da bu sokağın da...Şimdi ise senin hikayeni görmek gerek.Cesaretli olman gerek,elimi tutman gerek. Ön yargını kırman gerek.

Birlikte bir hikaye yazmak gerek...

4 Mayıs 2014 Pazar

Cemiyete Merhaba

Çatalımla çirkin kokan dolmayı oynuyorum. Kenarıyla bölüyorum ikiye. İçinde siyah uzun bir şey görüyorum. Kıl. Çekiyorum yavaşça. Beyaz ,pişmemiş pirinçler kıla yapışmış. Dala tutunan koalalara benziyorlar diye geçirirken aklımdan ,  uyanıyorum. Rüyaymış.  Saate bakıyorum . Bugün bir randevumuz var .Bir cemiyete gideceğiz. Sıkıcı siyah beyaz gömleğimi giydim.Gözlüğümü taktım.Uzağı göremiyorum,ilerlediler sanırım. Çıktık yola,vardık.Çaldık kapıyı . Kapının altından gelen ışık çok tanıdık. Biliyoruz bunu. Açtılar kapıyı . Kocaman bir merhaba dedik.






Bu, bizim hikayemizi yazanlar cemiyeti.Ortak ve çok büyük bir noktamız var elbette…


Merhaba , aklımızın etraftaki olaylara karşı farkında olmaya başladığı günden beri çoğunlukla yaşımızdan daha olgun , daha büyük biriymiş gibi davranmak zorunda kalanlar cemiyeti sakinleri , merhaba !
Onlar kendilerini bildi bileli hep büyük biriymiş gibi düşünmeye itildiler. İyi kötü her türlü olay gözlerinin  önünde gerçekleşti çünkü. Eğer bir elinizde oyuncak varsa diğer elinizle de başkasının saçını okşama öğretisi.

Duvarda bir yazılı asılı.

‘’ Bilmek bir yük. Farkında olmak ağır bir yük. ‘’

Burada herkes doğal halinde. Güçlü görünen yüzlerimizden maskelerimizi çıkartıp masaya koyuyoruz.Ve başlıyoruz.

Merhaba dedik , hayatının her anında büyükmüş gibi davranmak zorunda olan arkadaşlara, merhaba ! Onlar ağladıklarını kimse görmesin diye banyolarda ,suyun altında ağlayanlar. Suyun sesi hıçkırıklarını bastırsın diye orada gizlenen dostlar ,  merhaba !  O banyodan her çıktığında farklı biri gibi çıkan dostlar yalnız değiller. Bazıları güçlü görünmeye o kadar alışmış ki kendi çoğunluklarının bile farkında olamayacak kadar başka hayatları oynadıklarını göremiyorlar.  Güç maskesinin ardına gizlenmişler. Kaldırsalar ya o maskeleri.  Ben bazen bizimkini kaldırıyorum. Nasıl göründüğümüzü söyleyeyim. Gözlerimizin altı simsiyah. Saçlarımız omuzlarımızdan da aşağı dökülmüş bıkkın ve bedbaht duruyorlar. Üzerimizdeki  giysiler çok bol. Kötü görünüyoruz.Zayıf ve güçsüz.



Fakat iş ki bize yüklenen –erken yaşta yüklenen- sorumlulukları gururla taşımaya geliyor , işte o zaman o simsiyah olan göz altlarımızı boyayacağız tenimizin renginde olan bir fırçayla. Saçlarımızı toplayacağız sımsıkı,ağızlarını kapatmış gibi kimseye bir şey söylemeyecekler. Daha renkli  ve daha sırdaş giysiler giyeceğiz. Gülümseme olacak dudaklarımızda. Kalabalığın arasına karışıp gideceğiz ve etrafımızdaki diğer insanlara olgunluk taslayacağız. Onlara güçlülük dersleri vereceğiz. Kimsenin yanında ağlamamalarını öğütleyeceğiz. Bize sorarlarsa eğer , siz nasıl öğrendiniz diye ;  önce ben atılıp konuşacağım. diyeceğim ki bu bir doğal öğreti. Bu bizim diğerlerine karşı gösterdiğimiz savunma. Büyüdüğümüz yerde öğrendik kendi kendimize olgun olmayı. Yaşımızdan ne kadar büyük düşünebilsek kar kardır olgusunu kendimiz öğrendik. Kimse de karşı çıkmadı. Sen ne iyisin dendi. Sen ne kadar farklısın dendi. Hayır değildik , sadece onlar bizden onları toparlayacak,destek olacak ve hallerinden anlayacak biri yarattılar. Bilerek veya bilmeyerek. İşte evet onlara bunları söyleyeceğim. Sonra yüzümüzdeki en samimi gülümseme ile eve döneceğiz, akşam yine o maskeyi çıkardığımızda bıkkın ve yorulmuş saçlarımızı tarayacağız.

Cemiyet sakinleri onaylıyorlar. Evet diyorlar. Bir de fotoğraf çekiyorlar.

Ve ekliyoruz ; tüm bunlara alışabilir. Belki bazen daha ileri düşünme yetisi kazandığını görmek insanın hoşuna bile gidebilir. Bu duygu sizde kalabilir,zamanla sevebilirsiniz. Kalma şartı ise bunu size içten içe  inşa eden bireye olan güveninizdir. Onu en yakınınız olarak gördüğünüz için,bazen sırdaş giysilerden,sıkılmış saçlarınızdan söz edip rahatlayabilirsiniz. Ancak sizdeki asıl yıkılış ona duyduğunuz güvenin sarsılmasıdır. Anlam veremeyebilirsiniz,üzülebilirsiniz o yücelttiğiniz insanın ne kadar sıradan olduğunu. Size öğrettiği etikten aslında ne kadar yoksun olduğunu görmek canınızı yakabilir. Ve o gün anlarsınız ne kadar yalnız olduğunuzu. Çaresizlik , güç maskesinin altında dolaşır.

Samimiyet kelimesi anlamını yitirmiştir çoktan. Söylenebilecek hiçbir söz kalmamıştır. Tüm bu yıkıntılarda gezerken siz , bu yolda size sözde destek veren diğer bireylerin de çirkin kusmuklarına basarsınız zamansız. Onların adı da geçmişi unutanlardır. Yaptıkları hataları çok kolayca silenlerdir. Tek silahları diğerlerinin gurununu kırmaktır.

Onlar ,  geçmişi unutanlar , şimdiki zamanda ne kadar da dürüstler öyle.Ne kadar çok kıymet verirlermiş emeğe. Ne kadar çok yargılarlarmış bizleri.


Bu hikayenin sonu ise paragrafların arasında yazılı aslında.  Cemiyette herkesin kendine ait bir banyosu var. Duşa giriyoruz,sessizce ağlıyoruz.



Çünkü farkında olmak bir yük. Bilmek bir yük.