Sayfalar

30 Eylül 2014 Salı

Yol


Şekersiz kahvemin sert kokusuyla başladım bu güne.

Geç uyandım, kahvaltımı yaparken pencereden bakıyorum. Davranışlarını tuhaf bulduğum bir çifti, ayakkabısının arkasına basarak yürüyen önlüklü çocuğu, kucağında bebeği olan kadını ve çamurlu yoldan ilerleyen taksileri izliyorum. Nasıl bir hayatları olduğuna dair senaryolar yazıyorum aklımda . Defterimi aldım , yatağıma uzandım. Ne zamandır kendimle baş başa kalmıyormuşum. 


Defterin arasından Cihangir merdivenlerinde dikkatimi çeken ve onu alma isteğine kapıldığım sararmış bir yaprak çıktı. Aklıma İstanbul'a gittiğim zaman kuzenimde kaldığım bir gece yaptığımız sohbet geliyor .

Anlatmak ve dinlemek bir sanattır bizim için. Yumuşak yapılan sohbetler ve anlatılan hikayelerin kıymeti ise paha biçilemez.


Bilmediğim bir semtte dinlediğim az çok bilindik bir hikaye… Ben saatlerce anlatacak ve yazacak kadar hikaye biliyorum ; fakat bu işin duygusu ortaya konan emekte. Manevi olanından bahsetmeme lüzum bile yok. Ama ben o gün duygularını somutlaştırma yolunda ilerleyen ve bunu daha önce hiç böylesini görmediğim şekilde olan emekten bahsetmek istiyorum.

O geceyi anımsıyorum.

Odasına girdim. Bir yatak, aynalı bir masa,bir koltuk ve dolap var. Dolaptan mavi bir poşet çıkardı , bana uzattı. Ben yatağa oturup bağdaş kurdum,ortamızda da kül tablası ve üzümlü meyve tabağı.

Poşetin içinden büyükçe bir kutu , kitap , atkı ve  özel kabul ettiği kişinin sevdiği 6 adet albüm çıkarıp ; yavaşça ve saygıyla ahşap kutunun kapağını açıyorum. O , hiç ağlamadan hatta gözleri buğulanmadan bakıyor biriktirdiklerine. Kutunun içine koyup sakladığı ve gittiği her yere daima götürdüğü , kimseye anlatmadığı, sıradanlaştırmadığı büyük sevgisini görecek birazdan. Belki özlemiştir, o yüzden susup sadece izlemekle yetiniyordur.

Kapağın altına kişinin en sevdiği filmden bir sahnenin fotoğrafı yapıştırılmış. 
Eşyaları teker teker incelemeden önce aslında somutluktan çok , soyut ve görünmez olduklarını fark ediyorum.

Bu kadar anı saklanabilir mi? Zamanı durdurmaya çalışmak bu.  Durdurup , kutuya kilitlemek ve istediği anda çıkarıp geriye dönebilmek.

İçinde günlüklerinden notlar ,O’na yazdığı ama hiç veremediği mektuplar var. Sayfalarda o gün ne yaşandıysa  noktasıyla virgülüyle yazılı. Hiçbir ayrıntı atlanılmamış. Her şey tarihiyle ve saatiyle not edilmiş. Hiçbir ziyan yok. Hiçbir anı, hiçbir his israf edilmemiş. Her bakış, her dokunuş itinayla saklanmış  Mürekkep henüz mavi. Sitemleri de kırmızı.


‘’ Bu topraklarda hep acı ve ayrılık kutsanmıştır’’ 


Bir gece yağmurlarıyla ünlü bir yerde yaşantılar anlatılmış . Ki sabaha kadar bir hayat öyküsü dinlemek yücedir.  Bir kadın dinliyorsa eğer ve düşünüyorsa ‘’bana’’ anlatıyor diye görünmez bağlar daha da güçlü bağlanabilir. Bir kadın samimiyetle anlamaya çalışıyorsa karşısındakini ; kaybedilecek kadın kategorisinde değildir artık o. Bir kadın , değerlisinin en sevdiği filmleri onun gözünden bir daha izlemiş. En sevdiği kitabı sanki oymuş gibi tekrar okumuş , anlamaya çalışmış ; o’ olabilmek için , onunla bir olup bütünleşebilmek için.  
Dost olmaya,sırdaş olmaya hazırlamış kendini. 


Zamanla bir şeyler dile gelmiş ve mavi olan mürekkep siyaha dönmüş. Farkında olmadan küçük yazıları büyümüş.  Anlıyorum , harfleri büyük ve aralıklı yazmak saklanacak bir şey kalmamış olduğunu gösterir. Kalemi biraz daha bastırarak yazılar yazmış kağıda,daha cesaretle.


Tüm bunları düşünürken bir yandan ona bakıyorum bir yandan da kağıtların altından birlikte içilmiş olan puronun eşini çıkıyorum kutudan, sonra da bir şarap şişesinin mantarını. 
Birlikte karalanan kağıtlar,mesajların çıktıları,fotoğrafları görüyorum. Başta gayet sıradan gibi görünen her an , onun elinde anlam kazanmış.


Akvaryumlu meyhane... Orada dışarıdan bakılınca kimsenin anlayamayacağı kadar duygu yüklü saatler yaşanmış.  Anılar birikiyor meyhanede , dört sandalyeli mutfak masasının üzerine bırakılmış bozuk parada , vestiyere asılmış montta , bir tavla zarında , soğuktan pembeleşmiş yanakta.


Ve  yabancısı olduğum bu semtte elimde kocaman bir hikaye tutuyorum. Ben birazdan yatağıma girip iç geçirerek uykuya dalarken ; o , bu kutunun içine sakladığını düşünecek. Ne zaman biter bilinmez ya da ne zaman bir şey başlar bu da bilinemez. Ama düzen kendi çok bilmişliğiyle hayatlarımıza müdahale etmeye devam edecek.




Düzenle birlikte yaptığımız seçimler de bizi hiç tahmin edemediğimiz yollara sokuyor . Farklı farklı insanları çıkartıyor yolumuza. Her insanın kalın bir kitap olduğunu varsayarsak aslında çokca kitap okuyor oluyoruz ilerlerken. Kimse cahil değil yani.
Yollarımız geriye dönmeye de kapalı. Ancak duraklayabiliriz ama bizler bunu kabullenmeyip arkamızda bıraktıklarımıza geri dönmeye çalışıyoruz ve bunlar başarısız girişimler olup çıkıyor. Bana sorarsanız  ; ben dönmemeyi, hep ilerlemeyi hatta koşmayı  ve  bunu yaparken de yolumun kenarlarına çiçek dikmeyi öğrendim. Nefretten nefret ettim. Duyguları sıradanlaştıranları hayatımdan çıkardım.
Bir sürü hikaye dinledim. Hikaye anlattım. Başarabiliyor muyum ; bu mühim değil pek. Burada 1000 kelimeye yakın yazı yazmış olmam da mühim değil. Yazdıklarımla birilerine ulaşabiliyor ve onlara dokunabiliyor muyum o değerli benim için. 



Birkaç saat sonra akşam olacak,hava kararmaya başlayacak. Ve ben tüm iç hafifliğimle sahile inip yürüyüş yapacağım , denizi selamlayacağım.  Yaşadığım yeri sevecek,yeni hikayeler dinleyip yazacağım. Sarı hırkamı alıp çıkıyorum sokağa ,sevdiğim bir şiiri mırıldanarak     
....




Biliyorum, kolay değil yaşamak, 
Gönül verip türkü söylemek yar üstüne; 
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri, 
Gündüzleri gün ışığında ısınmak; 
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün, 
Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...
Bin türlü mavi akar Boğaz'dan 
Her şeyi unutabilmek maviler içinde.

Biliyorum, kolay değil yaşamak; 
Ama işte 
Bir ölünün hâlâ yatağı sıcak, 
Birinin saati işliyor kolunda. 
Yaşamak kolay değil ya kardeşler, 
Ölmek de değil; 

        Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.


                                                    Orhan Veli Kanık