Sayfalar

7 Nisan 2014 Pazartesi

Si vales , valeo


#sohbetsohbetsohbet#

Her pazartesi balkonunu yıkayan,40 yaşlarında,yıpranmış sarı saçlarını mütemadiyen ensesine yakın topuz yapan, akşamları tek başına yeşil taburesine oturup sigara içen, gayet sıradan biriydi benim için karşıda oturan kadın. Ta ki düne kadar. 
Dün gece ağlayan,hırsından deliye dönmüş,duvarları yumruklayan, ''bıktım yalnızlıktan'' diye bağıran biri vardı. Hiç bakmadım ; sanki beni görürse susacakmış gibi hissettim. Onu tanımazken az konuşan,aka ak karaya kara bile demeyecek kadar kendi halinde biri olduğuna kanaat getirilebilirdi ki bu şekilde bir isyan ancak uzun süreli dolmuşlukların patlaması olabilecek bir boyuttaydı. 

İzmir'de bir Casare Pavase...


Dünyanın her yerinde sayılarını tahmin edemeyeceğimiz kadar yalnızlıktan kıvranan insanlar varken, -aile ve arkadaş yalnızlığı dahil-   bir tanesi de benim karşımda. Casare Pavase'yi tanımayanlarınız olabilir.


1900'lü yılların başında İtalya'da doğan kendi halinde,içine kapanık ,hayatı boyunca hep yalnız olan ve yine şaşırılmayacak şekilde yaşamına bir otel odasında son veren ve sizi derinden etkileyen eserleri yaratan bir edebiyatçı. 

''Kendimi yalnız bırakmamak için tüm gece aynanın karşısında oturdum'' diyebilecek kadar yalnız. 


Gidip dolabımdan alıyorum, ''Yaşama Uğraşı'' adlı eserini. Okuyorum bölüm bölüm ,aslında gayri ihtiyari cümleler seçiyorum hızlıca.  Okudukça sanki o bağıran ve ağlayan kadını az da olsa anlamaya çalışıyorum. Aşağı inip sıcak su alıyorum,kahvemi yapmak için. Bu sırada perdenin arkasından görmeye çalışıyorum ne yapıyor diye. Korkuyorum da sonunun Pavase gibi olmasından. İçime kurt düşüyor,kadının tüm sorumluluğu bende gibi hissediyorum. Sonra bakıyorum tekrar o yeşil tabureye oturuyor ve sigara yakıyor avuçlarının içiyle silerken yanaklarındaki yaşları. Dayanamıyorum açıyorum pencereyi dışarı bakıyorum kahvemi yudumluyorum , gülümsüyorum ve ''iyi geceler'' çıkıveriyor ağzımdan. Yüzüme bakmadan ''teşekkürler , iyi geceler'' diyor. Giriyor içeri ,mutfaktan sesler geliyor. Perdesini çekmemiş , görebiliyorum içeri , hırslı bir şekilde fırına bir şeyler atıyor. O saatte bir fırından gelen ekmek kokusu bir de onun mutfağından çıkan sıcak şekerli bir mamül olduğunu düşündüğüm şeyin kokusu var.

Sabah oldu ve biz hepimiz bir yerlere yetişmeye çalışırken o , temizlik kovasını doldurmuş balkonun demirlerini siliyor;çünkü bugün pazartesi ve o iş onun rutini. 


Yine ben dayanamıyorum, pencereyi açıyorum. Mutfaktan çok güzel kokular geldiğini söyleyip gülümsüyorum tüm samimiyetimle . İlk kez biri onunla konuşmuş gibi,konuşmaya aç,ürkek,yabancı ama çok istekli bir tavırla cevapladı. Yaklaşık bir 10 dakika kadar konuştuğumuzu fark ediyorum içeri girdiğimde.

Ve şu an ben ona ; yani Sibel abla ya çay ve kurabiye yemeye gidiyorum. İkinci bir Pavase vakası olmasını engelliyorum.


'O iyiyse ben de iyiyim'




    Ek olarak dün sevgili Pavase'nin bir sözüne daha rastlıyorum. ''Günleri değil;anları hatırlarız'' demiş.

Açıkçası hatırlamak çok derin bir eylem ve eğer hatırlanacak olgu veya olay değerliyse,önem bırakıyorsa hayatınızda günler,anlar,kişiler ve daha yazılamayacak kadar fazla olan detaylar dahil hatırlanabilir. Ki eskiden hatırlamak bir tebessüm oluşturabilirken yüzlerde , şimdi gereksizlik duygusu uyandırıyor. Hatırlamak ve gülümsemek insan ruhunun bir parçasında az da olsa umutlu bir mutluluk barındırırken ; artık bomboş bir sayfaya saatlerce bakıyormuşluk hissi verebilir.
Durulmuş bir dalga gibi. Çok sakin.
Hatırlamak artık bir anlam ifade etmeyebilir. Boş bir eylem. Bir hikayeyi 100 defa okumuş da 101.sindeki 'tamam artık' söylemi gibi. 


Şekerini karıştırırken çayın, dipte kalan ve dönerek bardağın tabanına yavaşça düşen küçük siyah renkli çay parçaları gibi olmadan insanlar ; onlara yetişmek lazım, içimize yetiştirmek lazım.