Sadece durmak istiyorum.
Gözlerimin bir boşluğa dalmasını ve orada delikler açmasını
istiyorum.
Deliklerden ayrı ayrı havuzlara dalmayı istiyorum.
Her havuzda farklı bir şeyle karşılaşmak istiyorum.
İstisnasız her havuzda boğuluyorum.
Boyumun yetmediğini ve ayaklarımın değmediğini anlıyorum. Sular beni aşmıştı. Ne zamandan beri boğuluyordum?
Suların boyu hep mi benim boyumdan fazlaydı ya da ben yüzmeyi mi unutmuştum?
Nefesimi ne kadar tutabilmiştim?
Hem bu havuzların suları neden sıcak ve tuzluydu?
Ayrıca bu sular nereden geliyor? Genelde de nereye gidiyor?
Tonlarca sorum ve çok azına verebilecek cevaplarım var.
Tümdengelip tümevarıyorum. Genelgeçerleri savuşturuyorum.
Öfkeme yenik düşmemek için derin derin nefes alıyorum. Yürüyorum.
Caddelerde sağlı sollu kollarımı çekiştiriyorlar. Bölünmemek ve parçalanmamak için öne ve
arkaya kaçışlar arıyorum.
Duruyorum ve gürültü istemiyorum.
Başta da söyledim;durmak istiyorum.
Düz ve ters V şeklindeki parkeleri inceliyorum. Bazılarının
boyası çıkmış ve bazılarının da arası ayrılmış. Başka delikler buluyorum.
Çivileme atlıyorum.
Hepsinde ayrı ayrı kayboluyorum. Parkede,duvarda,balkon
giderinde,masanın altında,koltuğun köşesinde…Ayrı ayrı havuzlar açıyorum ve
boğuluyorum.
Aslında boğuldukça çoğalıyorum. Bir gün havuzlardan
denizlere ulaşabildiğimi hayal ediyorum.
Sarı ışıklı odalarda ayrılıyorum anlardan.
Bazen yoruluyorum,bazen kızıyorum,bazen nefessizliğe teslim
oluyorum. Nedenler ve sonuçlar arasında savruluyorum.
Attığım her kulaç beni yüzeye çıkarmıyor;çokça aşağı itiyor.
Ama biliyorum geride benden başka kimse kalmadı. O yüzden bacaklarımı yine de hem
hızlı hem sakin çırpmam gerektiğini biliyorum.
Aklımdan 1 saniyede 100 düşünce geçiyor.
Duvardaki saat ters akmaya başlıyor ve girdiğim havuzlardan
geriye doğru kupkuru çıkıyorum. İçim de dışım da kupkuru. Gidip dolabı açıyorum;tek
bir örnek kalan bardaklardan birine su dolduruyorum. Kana kana su içiyorum.
Tüm bardakları atıp yerine yenilerini alıyorum.
Hatırlıyorum.
O sakin ve yeşil günde parkta oturan iki kadının konuşmasını
hatırlıyorum.
Onlara göre her şey kırk gündü. Yeni doğan bir bebeğin de
sancıları 40 gün sonra sona erecek ve henüz toprağa gömülen birinin de geride kalanlarının acısı 40
gün sonra hafifleyecek. Saymaya başlamıştım.
Ben de 40 gün dolunca kusabilecek miydim?
***
Her gün belirli saatlerde binlerce kelimeyi yan yana
getiriyor;sonra bunları hem yazıyor hem konuşuyordum. Korktuğum oluyordu;geriye
kalan yine tek ben,yeniden sıkı sıkı yazıyordu.
Yıllar önce o 20 metrekare odada bıraktığımı sandığım ben,geri
geliyordu. Bu döngünün artık bir gereklilik olduğunu düşünüyordum. Onu ancak bu
kadar yalnız bırakabilmiştim. Geriye kalan benliğin yolu buydu. O,tüm bu
hisleri ve tüm bu boğulmaları unutmadan
hep yaşamalıydı. O,nefessiz kalmalıydı. O,ancak böyle var olabilirdi. Sadece
belli zamanlarda halının altında tutulabilirdi. Tam ve derin nefeslerin geçici
olduğunu her daim hatırlatmalıydı.
Şimdi kokusu kendine özgü odada bıraktıklarım benimle dalga
geçiyor mudur?
Ne kadar uzaklaşabildin ki diye içten içe alay mı ediyordur;yoksa
artık o da büyümüş ve halden anlar bir hale gelmiş midir?
Eskiden istediklerini yeniden ister mi? Hala aç ve susuz mu?
Onunla ilgili de tonlarca soru vardı;ama bunların hiçbirine
cevap yoktu. Bu iki arkadaş tanışıklığını unutmuştu.
Her neyse ne idi artık;o gelmişti.
Benimle beraber deliklerden atlamak için gelmişti.